Oku!

Oku!

21 Mart 2014 Cuma

Yak bir sigara.


Kadın evdeydi o gün ve ne yapacağını bilmiyordu. Çünkü derslerinin hiç birine gitmiyordu ve sınavı vardı. Ne çalışacağını, ne yapacağını, çalışsa bile ne olacağını bilmiyordu. Üstelik baharında ilk günüydü, hava çok güzeldi.  Bir şekilde başlaması gerekiyordu, çayını ocağa koydu, hazırlıklarını yaptı, 10 dk da bir mola verir sigaramı içerim,  diyerek ders çalışmaya başladı.

Elindeki notlara bakıyor, kelimeler büyüyordu adeta gözünde, arada dalıyor, sürekli dışarıyı düşünüyordu. Nöronları bozulmuştu, doğru düşünemiyordu, sürekli aklı evin camından dışarıya çıkıyor, dolaşıyor geri geliyordu. Sıkıntıdan normalde pek mesaj atmadığı insanlara bile mesaj atmıştı. İçinde bulunduğu atmosferden çok mutsuzdu ve biran önce kurtulmak istiyordu.

Aklı sürekli bir yerlere gidiyordu, bahar gelmişti, çilek,domates, salatalık tohumu alıp, bahçeye ekeceğinin planlarını yapıyordu. Çay bardağına dokunuyordu sürekli parmaklarıyla, üzerindeki gri düşük omuzlu penyeyi çekiştiriyordu bazen, saçlarını bir sağa bir sola düşürüyordu, canı sıkılıyordu.

Kapı çaldı.
Kadın kimseyi beklemiyordu.
Fakat yersiz bir sevinç oluştu içinde,
o anlık ara verecek olması bile mutlu etmişti onu.

Gelen Erkekti. Çok zamandır hat da bir daha hiç görüşmemişlerdi. Oysa kadın her sefer görüşmek üzere diyordu. Kadın şaşırmıştı ama mutsuz da olmamıştı. Girebilir miyim dedi, Kadın tabi ki dedi, hiç zorluk çıkarmamıştı. Erkek ile birlikte içeriye geçtiler, ona da çay ikram etti. Erkek etraflıca içeriyi süzdü, hayal ettiği gibiydi her şey. Hemen Masanın üzerinde duran kitapları görmüştü. Rahatsız etmek istemezdim dedi. Kadın, yok zaten pek çalışasım da yoktu dedi. Erkek yanında getirdiği çanta pikabı açtı, yanında tek bir plak getirmişti,onu çıkardı. Plağı yerleştirdi ve Çalan şarkı: "Sezen Aksu- Yak bir sigara" idi. Konuşmadan dinlediler, "Öyle sıkıntılı yanları var ki yaşamın, sen haklısın,haklısın...Yak bir sigara"...

Şarkı bittiğinde, Erkek, işlerin var dedi, ben daha çok rahatsız etmeyeyim seni. Kadın, yok dedi, iyi oldu benim içinde. Erkek, son olarak bugün baharın ilk günü, buna uygun bir ufak hediye etmek istiyorum sana dedi, ama bahçeye çıkalım. Peki, dedi Kadın. Bahçeye çıktılar, Erkek, cebinden bir kağıda sardığı çilek tohumlarını toprağa ekti. Kadın, gülümsedi. Erkek, gitti,Kadın kapıyı kapattı,içeriye girdi.

" Ne tuhaf ömrümün sonuna kadar
Kelimelerle yaşamam.
Ağaçtan çok ağaç sözünü
Denizden çok deniz sözünü
Sevmem..."


Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.





20 Mart 2014 Perşembe

Balık Meselesi.



Kadın ve Erkek,
İzmir de bir sahil kasabasında(Güzelbahçe,Urla,Seferihisar,Çeşme,Alaçatı,Mordoğan,Karaburun,Yeni-Eski Foça hepsi olabilir) buluşurlar. Yemek yemek üzere tam denize cephesi olan şirin begonyalar,hanımelleri içinden geçerek içeriye girilen salaş bir yerde yemeklerini sipariş edip, kareli mavi bir masa örtüsü üzerinde elleri, denize doğru bakmaktadırlar.

Masa da zeytinyağından yapılma mis gibi kokan mumlar, kerpiç duvarlarla rengarenk dış cephesi olan bu sevimli mekanda, arkadan sesini ağır ağır duyduğumuz bir de pikap vardır. Çalan şarkıya Kadın eşlik etmektedir."Güzel ne güzel olmuşsun, Görülmeyi görülmeyi, Siyah zülfün halkalanmış Örülmeyi örülmeyi..."

Garson siparişleri getirir, İkisinin de tercihi lezzetli Ege balıklarıdır. Ege barbunu tüm lezzetiyle masanın incisidir,büyük balıklardan Çipura da olmazsa olmazdır. Masa da mezeler çok çeşitlidir, muhacirlerin işlettiği bir lokantadır burası. Kabak çiçeği dolmasından Şevketi bostana kadar tüm ege nimetleri bir hazine gibi dizilmişlerdir. İzmir de ne içilir? Tabi ki buz gibi bir rakı. İncecik bardaklarda İzmir meltemiyle soğuyan bardaklarda, sıcacık eller. Üstelik o gece denizde yakamoz ve dolunay da var. Taze balık kokusuyla, deniz kokusu, rakının anoson kokusuyla, hanımeli kokusu eşlik ediyor her kadehe. Sarhoş olmamak elde mi, böyle bir İzmir gecesinde.

Bir süre bu güzel,küçük dünyanın tadını çıkardı Kadın ve Erkek hiç bir şey söylemeden. Arada birbirlerine bakarak.Masanın üzerindeki örtü her rüzgar estiğinde Erkek Kadının, kokusunu da duyuyordu evet koklamak değil daha başka bir şey, duymak olabilir bu. Kadının o gün giydiği beyaz elbise ortama o kadar uyum sağlıyordu ki o da bu konunun en güzel öznesi oluyordu.

Yemek yavaş yavaş ilerledikçe masadaki mumlar bitmek üzereydi neredeyse, oysa Kadın ve Erkek henüz hiç konuşmamışlardı, "Bakmak, Aşktır" diyordu şair, biri konuşsa sanki o büyü bozulacaktı. Kadın ve Erkek yemeğini bitirmişlerdi, Kadın sigarasını yaktı. Sarı saçlarının ucundan kıvılcımlar çıkıyor gibiydi sigara içerken.
Kerpiç duvarların önünde duran Kedi, kadına doğru yanaştı, sigarasının ateşinin ışığı kedinin yüzünü aydınlatmıştı, Erkek, Kadın ve kediyi izliyordu. Kadın, kediyi okşamaya başladı, sigarasını söndürdükten sonra. Erkek, Kadına baktı, Kadın kediyi severken, beyaz elbisesinin üzerine düşen mum ışığıyla kedi oynuyordu. Erkek için büyüleyici bir sahneydi. Kadın kediyi usulca yere bıraktı ve kedi tekrar geldiği kerpiç duvarın yanına doğru gitti.

Bu nasıl bir geceydi? Rakı, belki en az sarhoş eden şeydi bu gece.

Erkek konuşmaya karar verdi ve Kadına dedi ki:
- Bir gün bu sahilde istersen balık tutabiliriz?
- Balık tutmayı sevmem, öyle bir şeye vesile olmayı.

Adam biraz şaşırdı.                                            

-Neye vesile olmayı?
-Balık öldüremem ben.
-Ben senin içinde öldürürüm dedi, Erkek.
-O zaman olur...

Kadın ve Erkek, dalga seslerini orada bırakarak,ayrıldılar.





Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.





19 Mart 2014 Çarşamba

4 Ağustos.



bu "iklim", insandan hızlı mı değişir?
bu yaşam,bu renk,bu ses benim,"ilkim".
korkmak bir "ilmik" iken,
şimdi düğüm.
Çöz çözebilir isen.

Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.

17 Mart 2014 Pazartesi

Silüet.



Silüet, kenar çizgileri belli gölge diyebiliriz kısaca. Fransızca kökenli bir kelimedir. Hani bir de bizim lafımız var, gölge etme başka ihsan istemem diye. Hayatımıza giren kimi gölgelere aşık olabiliyoruz ya da aslı olan insanlardan nefret edebiliyor. İnsanın, belirsiz şeyler daha hoşuna gidiyor belki de, bilmemek gerçekten bazen mutlu kılabiliyor, bilmenin tüm huzuruna rağmen belkide kim bilir.

Bir film vardır hani bilirsiniz yıllar sonra o muhteşem planları ve ikonografik anlatımıyla kült film olmuştur, güzel usta Metin Erksan'ın Sevmek Zamanı filmi. Ne kadar naiftir, ne kadar hoştur. Buna rağmen tutkuludur da. Boyacı Halil evini boyamaya gittiği evin hanımı Meral'a aşık olur ya da biz öyle sanırız, sonra Meral'i istemez, ben sana değil resmine aşık oldum der ya. Bazen bir resme bir insana bir yazıya çok başka anlamlar yükleyebiliyoruz sonrası hayal kırıklığı. Bazen her şeyi sevdiğin gibi bırakman gerekebiliyor, resim resim olarak kalsa, ona yüklediğin anlamı sevsen daha tutkulu ve zararsız oluyor. Dokunduğunda dağılıyor bazen sevdiğin şey, tuz buz. Hayal ettiğin şey her zaman gerçeğinden güzel oluyor belki. Orada yaşadığın monolog belki seni mutlu eden.

Bu konuda bir ufak hikayeden daha bahsedeceğim. Attila İlhan Yağmur Kaçağı kitabındaki en bilinen şiirlerinden biri olan"üçüncü şahsın şiiri" adlı şiirinde şöyle demekteydi:

ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgar aklımı alırdı
sessizce bir cigara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felaketim olurdu ağlardım...

Daha sonra şair bu şiirini gerçeğe çok yakın bir psikoloji ile yazdığını belirtiyor ve ekliyor: o sıra maçka dolaylarında bir kız yaşardı ince tüy gibi bir kız, kısacık saçlı son derece modern...Güzel Sanatlar Fakültesinde okuduğuna kadar bilir Attila İlhan kızın...Tesadüf ya bir gün bir yolculukları sırasında vapur da karşılaşırlar ve Napoli'ye kadar aynı vapurda giderler ama şair hiç bir şey söyleyemez ona... Ama hala o siluete aşık olduğunu çok beğendiğini anlatır.

Öyle  işte, her şey sensin aslında, gölgende,aslında,silüetinde...



Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.

Deri'n.





Sığ olsun,
her şey.
Bize yetecek kadar.

Soluğum sana yetecek kadardır,
Yorulmam.

Sesin bana yetecek kadardır,
Duyarım.

At,isminin önüne gelen her şeyi.
Soy adım,
isminin sonuna gelecek kadardır...

Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.

10 Mart 2014 Pazartesi

Senin söylediğin "laf" değil.


Hani söyleriz ya bazen, senin konuştuğunda laf mı diye. Ya da laf değil diye. Bunun altında yatan şey şöyle gelişiyor sanıyorum. Uyumsuzluk kokan laflardan biri bence bu söylem. Hemde nasıl.

Laf nereye konur ? Hiç düşünmedim bende bugüne kadar. Lafı koyduğun yer, dilinin tam ucu değil midir? Dilinin ucunun dokusu ile lafın kimyası-dokusu uymadığında olmuyor, ona laf demek zoruna gidiyor insanın. Burada başka bir deyiş akla geliyor, "laf olsun diye".

Laf nereye konur,ruha da konur mu,neden olmasın. Ama dilin ucunun dokusuna uyan laf ruha konur, daha dilin ucuna yakışmayan lafı ruhuna koyma,ruhun bozulur.

İnsan  mı garip, laf mı? Lafının esiri olan insan mı , insanın esiri olan laf mı makbuldür. Ah o,laflarının esiri olan,lafı, ne dilinin ucunun dokusuna ne ruhuna uymayan insanlar, nasıl gaflete düşmüştür onlar. Onlar iyi ve kötüyü, çirkin ve güzeli ayırt edemezler, körleşmiştir lafları,gözleri, gönülleri. Anlayamazlar, anlatamazlar.

Kendi yazdığı kitabın kapağına,kendi fotoğrafını koyan yazarlar,şairler gibi içinde bulundukları duruma o kadar uzaktır onlar. Onların kitapları okunmaz, laflarına inanılmaz.


Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.

9 Mart 2014 Pazar

Ziyan.


Kelimeler ziyan olursa,
Vazgeçilir.

Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.