Oku!

Oku!

21 Mart 2014 Cuma

Yak bir sigara.


Kadın evdeydi o gün ve ne yapacağını bilmiyordu. Çünkü derslerinin hiç birine gitmiyordu ve sınavı vardı. Ne çalışacağını, ne yapacağını, çalışsa bile ne olacağını bilmiyordu. Üstelik baharında ilk günüydü, hava çok güzeldi.  Bir şekilde başlaması gerekiyordu, çayını ocağa koydu, hazırlıklarını yaptı, 10 dk da bir mola verir sigaramı içerim,  diyerek ders çalışmaya başladı.

Elindeki notlara bakıyor, kelimeler büyüyordu adeta gözünde, arada dalıyor, sürekli dışarıyı düşünüyordu. Nöronları bozulmuştu, doğru düşünemiyordu, sürekli aklı evin camından dışarıya çıkıyor, dolaşıyor geri geliyordu. Sıkıntıdan normalde pek mesaj atmadığı insanlara bile mesaj atmıştı. İçinde bulunduğu atmosferden çok mutsuzdu ve biran önce kurtulmak istiyordu.

Aklı sürekli bir yerlere gidiyordu, bahar gelmişti, çilek,domates, salatalık tohumu alıp, bahçeye ekeceğinin planlarını yapıyordu. Çay bardağına dokunuyordu sürekli parmaklarıyla, üzerindeki gri düşük omuzlu penyeyi çekiştiriyordu bazen, saçlarını bir sağa bir sola düşürüyordu, canı sıkılıyordu.

Kapı çaldı.
Kadın kimseyi beklemiyordu.
Fakat yersiz bir sevinç oluştu içinde,
o anlık ara verecek olması bile mutlu etmişti onu.

Gelen Erkekti. Çok zamandır hat da bir daha hiç görüşmemişlerdi. Oysa kadın her sefer görüşmek üzere diyordu. Kadın şaşırmıştı ama mutsuz da olmamıştı. Girebilir miyim dedi, Kadın tabi ki dedi, hiç zorluk çıkarmamıştı. Erkek ile birlikte içeriye geçtiler, ona da çay ikram etti. Erkek etraflıca içeriyi süzdü, hayal ettiği gibiydi her şey. Hemen Masanın üzerinde duran kitapları görmüştü. Rahatsız etmek istemezdim dedi. Kadın, yok zaten pek çalışasım da yoktu dedi. Erkek yanında getirdiği çanta pikabı açtı, yanında tek bir plak getirmişti,onu çıkardı. Plağı yerleştirdi ve Çalan şarkı: "Sezen Aksu- Yak bir sigara" idi. Konuşmadan dinlediler, "Öyle sıkıntılı yanları var ki yaşamın, sen haklısın,haklısın...Yak bir sigara"...

Şarkı bittiğinde, Erkek, işlerin var dedi, ben daha çok rahatsız etmeyeyim seni. Kadın, yok dedi, iyi oldu benim içinde. Erkek, son olarak bugün baharın ilk günü, buna uygun bir ufak hediye etmek istiyorum sana dedi, ama bahçeye çıkalım. Peki, dedi Kadın. Bahçeye çıktılar, Erkek, cebinden bir kağıda sardığı çilek tohumlarını toprağa ekti. Kadın, gülümsedi. Erkek, gitti,Kadın kapıyı kapattı,içeriye girdi.

" Ne tuhaf ömrümün sonuna kadar
Kelimelerle yaşamam.
Ağaçtan çok ağaç sözünü
Denizden çok deniz sözünü
Sevmem..."


Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.





20 Mart 2014 Perşembe

Balık Meselesi.



Kadın ve Erkek,
İzmir de bir sahil kasabasında(Güzelbahçe,Urla,Seferihisar,Çeşme,Alaçatı,Mordoğan,Karaburun,Yeni-Eski Foça hepsi olabilir) buluşurlar. Yemek yemek üzere tam denize cephesi olan şirin begonyalar,hanımelleri içinden geçerek içeriye girilen salaş bir yerde yemeklerini sipariş edip, kareli mavi bir masa örtüsü üzerinde elleri, denize doğru bakmaktadırlar.

Masa da zeytinyağından yapılma mis gibi kokan mumlar, kerpiç duvarlarla rengarenk dış cephesi olan bu sevimli mekanda, arkadan sesini ağır ağır duyduğumuz bir de pikap vardır. Çalan şarkıya Kadın eşlik etmektedir."Güzel ne güzel olmuşsun, Görülmeyi görülmeyi, Siyah zülfün halkalanmış Örülmeyi örülmeyi..."

Garson siparişleri getirir, İkisinin de tercihi lezzetli Ege balıklarıdır. Ege barbunu tüm lezzetiyle masanın incisidir,büyük balıklardan Çipura da olmazsa olmazdır. Masa da mezeler çok çeşitlidir, muhacirlerin işlettiği bir lokantadır burası. Kabak çiçeği dolmasından Şevketi bostana kadar tüm ege nimetleri bir hazine gibi dizilmişlerdir. İzmir de ne içilir? Tabi ki buz gibi bir rakı. İncecik bardaklarda İzmir meltemiyle soğuyan bardaklarda, sıcacık eller. Üstelik o gece denizde yakamoz ve dolunay da var. Taze balık kokusuyla, deniz kokusu, rakının anoson kokusuyla, hanımeli kokusu eşlik ediyor her kadehe. Sarhoş olmamak elde mi, böyle bir İzmir gecesinde.

Bir süre bu güzel,küçük dünyanın tadını çıkardı Kadın ve Erkek hiç bir şey söylemeden. Arada birbirlerine bakarak.Masanın üzerindeki örtü her rüzgar estiğinde Erkek Kadının, kokusunu da duyuyordu evet koklamak değil daha başka bir şey, duymak olabilir bu. Kadının o gün giydiği beyaz elbise ortama o kadar uyum sağlıyordu ki o da bu konunun en güzel öznesi oluyordu.

Yemek yavaş yavaş ilerledikçe masadaki mumlar bitmek üzereydi neredeyse, oysa Kadın ve Erkek henüz hiç konuşmamışlardı, "Bakmak, Aşktır" diyordu şair, biri konuşsa sanki o büyü bozulacaktı. Kadın ve Erkek yemeğini bitirmişlerdi, Kadın sigarasını yaktı. Sarı saçlarının ucundan kıvılcımlar çıkıyor gibiydi sigara içerken.
Kerpiç duvarların önünde duran Kedi, kadına doğru yanaştı, sigarasının ateşinin ışığı kedinin yüzünü aydınlatmıştı, Erkek, Kadın ve kediyi izliyordu. Kadın, kediyi okşamaya başladı, sigarasını söndürdükten sonra. Erkek, Kadına baktı, Kadın kediyi severken, beyaz elbisesinin üzerine düşen mum ışığıyla kedi oynuyordu. Erkek için büyüleyici bir sahneydi. Kadın kediyi usulca yere bıraktı ve kedi tekrar geldiği kerpiç duvarın yanına doğru gitti.

Bu nasıl bir geceydi? Rakı, belki en az sarhoş eden şeydi bu gece.

Erkek konuşmaya karar verdi ve Kadına dedi ki:
- Bir gün bu sahilde istersen balık tutabiliriz?
- Balık tutmayı sevmem, öyle bir şeye vesile olmayı.

Adam biraz şaşırdı.                                            

-Neye vesile olmayı?
-Balık öldüremem ben.
-Ben senin içinde öldürürüm dedi, Erkek.
-O zaman olur...

Kadın ve Erkek, dalga seslerini orada bırakarak,ayrıldılar.





Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.





19 Mart 2014 Çarşamba

4 Ağustos.



bu "iklim", insandan hızlı mı değişir?
bu yaşam,bu renk,bu ses benim,"ilkim".
korkmak bir "ilmik" iken,
şimdi düğüm.
Çöz çözebilir isen.

Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.

17 Mart 2014 Pazartesi

Silüet.



Silüet, kenar çizgileri belli gölge diyebiliriz kısaca. Fransızca kökenli bir kelimedir. Hani bir de bizim lafımız var, gölge etme başka ihsan istemem diye. Hayatımıza giren kimi gölgelere aşık olabiliyoruz ya da aslı olan insanlardan nefret edebiliyor. İnsanın, belirsiz şeyler daha hoşuna gidiyor belki de, bilmemek gerçekten bazen mutlu kılabiliyor, bilmenin tüm huzuruna rağmen belkide kim bilir.

Bir film vardır hani bilirsiniz yıllar sonra o muhteşem planları ve ikonografik anlatımıyla kült film olmuştur, güzel usta Metin Erksan'ın Sevmek Zamanı filmi. Ne kadar naiftir, ne kadar hoştur. Buna rağmen tutkuludur da. Boyacı Halil evini boyamaya gittiği evin hanımı Meral'a aşık olur ya da biz öyle sanırız, sonra Meral'i istemez, ben sana değil resmine aşık oldum der ya. Bazen bir resme bir insana bir yazıya çok başka anlamlar yükleyebiliyoruz sonrası hayal kırıklığı. Bazen her şeyi sevdiğin gibi bırakman gerekebiliyor, resim resim olarak kalsa, ona yüklediğin anlamı sevsen daha tutkulu ve zararsız oluyor. Dokunduğunda dağılıyor bazen sevdiğin şey, tuz buz. Hayal ettiğin şey her zaman gerçeğinden güzel oluyor belki. Orada yaşadığın monolog belki seni mutlu eden.

Bu konuda bir ufak hikayeden daha bahsedeceğim. Attila İlhan Yağmur Kaçağı kitabındaki en bilinen şiirlerinden biri olan"üçüncü şahsın şiiri" adlı şiirinde şöyle demekteydi:

ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgar aklımı alırdı
sessizce bir cigara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felaketim olurdu ağlardım...

Daha sonra şair bu şiirini gerçeğe çok yakın bir psikoloji ile yazdığını belirtiyor ve ekliyor: o sıra maçka dolaylarında bir kız yaşardı ince tüy gibi bir kız, kısacık saçlı son derece modern...Güzel Sanatlar Fakültesinde okuduğuna kadar bilir Attila İlhan kızın...Tesadüf ya bir gün bir yolculukları sırasında vapur da karşılaşırlar ve Napoli'ye kadar aynı vapurda giderler ama şair hiç bir şey söyleyemez ona... Ama hala o siluete aşık olduğunu çok beğendiğini anlatır.

Öyle  işte, her şey sensin aslında, gölgende,aslında,silüetinde...



Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.

Deri'n.





Sığ olsun,
her şey.
Bize yetecek kadar.

Soluğum sana yetecek kadardır,
Yorulmam.

Sesin bana yetecek kadardır,
Duyarım.

At,isminin önüne gelen her şeyi.
Soy adım,
isminin sonuna gelecek kadardır...

Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.

10 Mart 2014 Pazartesi

Senin söylediğin "laf" değil.


Hani söyleriz ya bazen, senin konuştuğunda laf mı diye. Ya da laf değil diye. Bunun altında yatan şey şöyle gelişiyor sanıyorum. Uyumsuzluk kokan laflardan biri bence bu söylem. Hemde nasıl.

Laf nereye konur ? Hiç düşünmedim bende bugüne kadar. Lafı koyduğun yer, dilinin tam ucu değil midir? Dilinin ucunun dokusu ile lafın kimyası-dokusu uymadığında olmuyor, ona laf demek zoruna gidiyor insanın. Burada başka bir deyiş akla geliyor, "laf olsun diye".

Laf nereye konur,ruha da konur mu,neden olmasın. Ama dilin ucunun dokusuna uyan laf ruha konur, daha dilin ucuna yakışmayan lafı ruhuna koyma,ruhun bozulur.

İnsan  mı garip, laf mı? Lafının esiri olan insan mı , insanın esiri olan laf mı makbuldür. Ah o,laflarının esiri olan,lafı, ne dilinin ucunun dokusuna ne ruhuna uymayan insanlar, nasıl gaflete düşmüştür onlar. Onlar iyi ve kötüyü, çirkin ve güzeli ayırt edemezler, körleşmiştir lafları,gözleri, gönülleri. Anlayamazlar, anlatamazlar.

Kendi yazdığı kitabın kapağına,kendi fotoğrafını koyan yazarlar,şairler gibi içinde bulundukları duruma o kadar uzaktır onlar. Onların kitapları okunmaz, laflarına inanılmaz.


Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.

9 Mart 2014 Pazar

Ziyan.


Kelimeler ziyan olursa,
Vazgeçilir.

Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.

7 Mart 2014 Cuma

Pornografik Zihinler.



Bu hafta çok tartışıldı, dünyaca ünlü yönetmen Lars von trier'in son filmi Nymphomaniac , ülkemizde yasaklandı vizyona girmeyecek. Bakın yaş sınırı konabilecek iken bir filmi vizyona dahi sokmamak nasıl bir fikir hürriyeti tecavüzüdür. Diyebilirsiniz ki bu ülkede ne özgür ki? Tamam anlarım ama sen halkının zekasından şüphe mi edersin be bu kararı veren üst kurul! Neye göre bu filmi,kime göre, kimi göz önünde bulundurarak yasaklarsın! Her yasak hele hele konu sanat ise içimi bir kat daha acıtıyor. Yönetmeni seversin sevmezsin, filmi beğenirsin beğenmezsin anlarım ama bunu anlayamam arkadaş. Yönetmen takıntılıdır tamam her yönetmenin takıntıları vardır. Bu nasıl bir değerlendirmenin utanç verici sonucudur.

Bu zamanda bu çağ da neyi yasaklayabilir sin ki? Bu anca kendini gülünç duruma düşürmektir, ülkenin hürriyetler konusunda ne kadar geri kafalı idareciler tarafından yönetildiğini gösterir. Bilindiği üzere aynı şey kitaplar konusunda da yapılmıştı. Derlerse ki konu yasak değil ahlaktır sözüm ona o zaman üst kurula soruyorum:

Sevgili üst kurul, koskoca insanlarsınız şüphesiz. Siz bir kitaptan ya da bir sanat eserinden tahrik mi oluyorsunuz?
Sevgili üst kurul, çıplak olan her şeyden tahrik mi oluyorsunuz?
Sevgili üst kurul, filmi izlerken değerlendirmek için tahrik mi oldunuz da bu sonuca vardınız?

Demek ki bu üst kuruldaki koca koca insanlar her şeyden tahrik oluyorlar. Kitaptan,filmden,sanattan tahrik olan insanlar.

Ben filmi izlemedim ama fragmanlarına ve hikayedeki kahramanların anlatıldığı uzun karakter fragmanlarına baktım, zerre pornografi hissi de durumu da yok. Sonuç olarak zaten anlatılan nemfomani denilen bir ruhsal hastalık. Seks bağımlılığı da diyebiliriz, böyle bir şey var ama anlatmak, filmini çekmek mi abeste iştigal bir şey. Ki sanat da ayıp olur mu onuda bilemiyorum. Ki film Tv'de yayınlanacak olsa bende tamam derim, uygun olmayabilir, bu ülkede Tv'yi her yaştan insan izliyor ve neredeyse tek eğlenceleri, o yüzden tehlikeli olabilir. Ama söz konusu sinema, isteyen, tercih eden gider, istemeyen gitmez. Bu kadar basit.

Ama ne yazık ki bu ülkede sanat ya da konular değil, zihinler pornografik. Bu ülkede çocuk gelinler var, bu ülkede deliler gibi kadın cinayetleri işleniyor her gün, bu ülkede tecavüzler var, bu ülkede tüm köy ufacık kıza tecavüz ediyor ceza almıyor hiç biri, bu ülkede siyasetçilerin porno kasetleri var, bu ülkede o kadar ahlaksızca şeyler oluyor ki bu insanların filmden,kitaptan tahrik olmasına da şaşmamak gerek.

Bakın bayanlar beyler bu ülkede şöyle bir kanun var mesela:
"Çocuklara yapılan cinsel istismar evlenme vaadiyle yapılırsa dava düşer" bir kanun taslağı, yer Türkiye -2014

O yüzden dava çoktan düşmüştür.
Sadece fikir,kişi hürriyeti diyerek baş örtüsü haktır diyenlerden de film izlemekte haktır lafını duymak istiyorum. Ve tabi ki herkesten.


Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır
 

6 Mart 2014 Perşembe

Kız çocuğu.

Bir kız çocuğu,
tek çıkar yolu,
çözülmemek için çözmek,
yenilememek için yenmek,
ve çok sevmek kelimeleri.

Kaybettiklerini kelimelerde bulmak,
bulduklarından bir kelime öğrenmek,
sana ait tek şey, kitap.
sımsıkı sarıl ona.

Ölümsüz ol kız çocuğu,
Yaşat tüm kaybettiklerini cümlelerinde,
Yaşat herkese,her şeye inat.
Yaşamayı ehlileştir, 
Cesaret cümlelerde.

Elinden alsınlar her şeyi,
Boşver, kelimelerin var.
Kelimelerinde yaşar yaşatırsın çocuk,
kimselere yüz verme kelimelerinden başka.

Herkes gitsin çocuk,
herkes gitsin,
sen böyle kal,
burada kal çocuk,
burada kal,
öğrenerek ayakta kal,
severek yanımda kal.

gün gelir,
ufacık çocukların,
kocaman kelimeleri,
kanlı bir diktatörü bile alt edebilir.

Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.

4 Mart 2014 Salı

Kısa.




Tomris Uyar'ın bir yazısını okurken, bir ifadesi beni çok başka yerlere götürdü. Uyar, "bu onun kusuru değil, özelliğiydi." diyordu. Evet bazı insanların kusuru gibi gördüğümüz yanları aslında özelliği. Bu açıdan bakmak belki daha sağlıklı. Evet ortada bir kusur var fakat bu onun özelliklerinden biri olunca aslında kusur olmaktan da çıkıyor.

Bir insan,bir kitap,bir tablo,bir oyuncak... Sorunlu,yırtık,çizik,kırık... bu onların kusuru değil,özelliği...

Asıl kusurlu olan insandır,
sen ben ve ya o değil,
kusursuz da kusurun içindedir,
o yüzden...
Ve bu insanın bir özelliği.


Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.

28 Kuruş.


Eskiden, çocukken, doğum günlerimizde hep beklerdik ki oyuncak alınsın bize. Ama herkes ağız birliği etmiş gibi kitap alırdı, ve çocuğuz ya bizim nazarımızda kitap pekte hediyeden sayılmıyordu, çocuktuk, kitaplar sıkıcı,ciddi şeylerdi. Şimdi ise beni en çok mutlu eden şey, kitap hediye edilmesi bana. Kitaplar, insanlar kadar mutlu edebilir mi bizi, bence fazlasıyla evet. Çıkarsız,karşılıksız, bilgi dolu bir sevgi. Üstelik fiyatları da belli, insanların değerleri anlaşılamıyor iken.

Şimdilerde herkes aşık,sevgili, herkes çok seviyor herkes sevgiyi,aşkı anlatıyor. Nerede o eski sevgiler demek yerine nerede o eski basit zamanlar demek daha doğru. Şimdi her şey karmaşık, her şeyin alternatifi var, her şey bir yerde kapitalist, her şey koşuşturma, hep daha iyisini, yenisini, rahatını istiyor insan aşkta da telefonda da hayat da da...

Şimdiki insanın çevresi genişledi. Ailem ve sevgilim değil. Ailem,okuldan arkadaşlarım,oradan arkadaşlarım,buradan arkadaşlarım, sosyal ağlarım böyle uzayıp gidiyor.Sosyal medya sağ olsun istemediğin kadar arkadaşını buluyor sana. Böyle olunca da insanın hem bunlardan vazgeçmesi hemde sevdiği insanı tüm bunların önüne koyabilmesi mümkün olmuyor.

Böyle bir neslin, bir şeyleri anlaması zorlaşıyor bence, böyle hızlı bir zamanda, tüketmek önlerine sunulmuşken, çaba sarf etmeden kazanılan şeyler daha değerliyken.

Bir Garip Orhan Veli mesela. Onlara,yeni nesle masal geliyor, şiir geliyor pek tabi. Ama onun duygusunu,gerçekliğini yaşamak ve yaşatmak başka bir şey bence. Sevgide biraz böyle bir şey. Sevdiğini her şeyin önüne koyamıyor isen. Onu her an canlı bir şey gibi her an kendinde yaşatamıyor isen. Herkesten ve her şeyden önce aklına o gelmiyorsa. Buna sevda demek ne kadar doğru olur.

Orhan Veli ve büyük aşkı Nahit hanımla yaşadıklarına, mektuplarına bir bakmak lazım belkide. O kadar basit ama o kadar güzel ki her şey. Orhan Veli o kadar yoksulluklar içinde yaşatıyor ki bu sevgiyi, bu mücadele adamının ne kadar büyük sevdiğinin nasıl bir cengaver olduğunu her an görüyorsunuz. Bu zorlukları görmemiş yaşamamış bir nesle bunu nasıl anlatabiliriz, anlatsak da nasıl geçirebiliriz bilmiyorum. Orhan Veli, Nahit Hanım'a yazdığı mektuplardan birinde, yoksulluktan çekinmediğini bir ekmek bir pardesü elbet bulunabileceğini fakat pul alacak parayı bulamayıp Nahit Hanım'a mektup yollayamamaktan üzüldüğünü anlatıyor. Kendini her şeyi bırakıp sadece sevdiğini mutlu etmeyi düşünmeyi yaşamış insanlar bunu anlayabilir bence sadece diye düşünüyorum. Aldığı şeyin ya da gönderdiğinin bir mektup olmasının önemi yok,sevdiğini her şeyin önüne koymasının önemi var. Çok zengin birinin sevdiği insana pırlanta almasından çok bence cebindeki son parasıyla sevdiğine bir kitap bir toka alan genç daha değerli, önemlidir. Kendisine alacağı bir şeyden vazgeçip sevdiği insana onunla ufacık bir şey alan insan çok değerlidir benim gözümde. Unutmayalım ki herkesin her şeyi aynı anda alabilme durumu yok. Şimdi baktığımızda bedava mesaj uygulamaları ile her dk. konuşan, her şeyi abartı ve dejenere olan, başka toplumların özentisi olmuş, marka için yaşayan marka için yiyen giyinen bir nesle biz Orhan Veli'yi nasıl anlatabiliriz, şiirini belki ama kendini asla.



36 Yaşında, cebinde öldüğünde 28 Kuruş çıkan Orhan Veli'ye selam olsun. Şiirde devrim yapan, büyük şair, mücadele adamı sen çok yaşa. Cebindeki son parayla kendisine değil sevdiğine bir şey alabilen herkese selam olsun, çok yaşasın onlar...


Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.


3 Mart 2014 Pazartesi

"Loş Olsun"





Uyu,
tatlıdır en az senin kadar,
üzerine örttüğüm zaman.
Kimse anlamaz bunu,
anladıkları daha kolay gelir.
gördüğünü sever onlar,
"loş olsun" bu sevgi.

Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.

2 Mart 2014 Pazar

yara ve insan.



Hiç arabeske kaçmayan, dejenere etmeden konuyu, çok insani bir yazı yazmaya çalışacağım. İnsan üstüne.
İnsanın değişmeden kalabilmesinin ne kadar zor olacağını herkes kendi hayatından tecrübe ediyordur,deneyimlemiştir. Bir bardak kırılır ama sen o parçaları al yapıştır yine aynı bardak olur mu, olmaz edebiyatının dışında bir şeyler söylemek gerekirse, insanın diğer canlılardan farklılığının bir örneğinin de yaraları olduğunu düşünüyorum.

Yaraları da insana özgü bence. Zaman geçtikçe,insan da bu durum bağışıklık kazanmıyor, yaralı insanlar haline geliyoruz sadece. Yaralı insanlar haline geldiğimizde algılarımız bozuluyor, algıladıklarımız artık yaralı.
Dünya aynı olsa da,biz aynı olsak da yaralarımız algılarımızla oynamıştır artık.

Yaraları,algılarıyla oynayan insanlar, hep aynı sonları görürler o yüzden.

"Sevinsek de sonunu biliyoruz." Turgut Uyar.


Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.

27 Şubat 2014 Perşembe

yorgunluk hissi.



Kendimi fazlasıyla yorgun hissettiğim bir dönemdeyim. Fiilen bir yorgunluk değil aksine hissen. Durum olan yorgunluk, dinlendiğinde geçiyor, hissi yorgunlukları ise kendinle beraber taşıman gerekiyor. Böyle her şey ben söylemeden olsun istedim hayatım boyunca. Ben kimseyi uyarmak zorunda kalmayayım, kimseye şunu yap bunu yapma demeyeyim, bir şeyleri göstermek durumunda kalmayayım falan. Sen köpükleri görüyorsun bak burada o köpükleri var eden kocaman bir deniz var demeyeyim istedim işte. Ama olmadı, hatta tam tersi oldu. Böyle olunca yoruluyor insan, geçecek cinsten değil bu yorgunluklar üstelik.

"Değişmek, dağılmak; yok olmaktır
Parçalar oynar yerinden, bozulur düzenleri." (Lucretius)

Değişimler de yoruyor insanı, alışkanlıklar iyidir aslında, o kadar karamsar olmamak gerek. Sağladığın değişim sana gerçek bir iyilik getirmiyorsa, muhtemel zorluklar, hatalı tekrarlar ve başlangıçlara neden olacaksa, her değişime iyi demek ne mümkün. Değişmedikçe, değişim sadece bir kaçıştır, asıl alışkanlık budur bana kalırsa.

"Orhan'ın(Veli) şiirini okuyan kız,erkek kimseyi öldüremez,kimseyi dövemez, kimseye sövemez"
Sait Faik Abasıyanık.

Daha çok Orhan Veli okumak gerek, yorgunluklarımız histen,duruma; öfkelerimizde  tamamen geçsin diye belki de. Tüm yorgunluklar, tüm yaşananlar için ufacık şeylerle kocaman boşlukları doldurabilmek hala mümkündür umarım.


Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.

"Recep İvedik film değil, skeçtir."



Zevkler ve renkler tartışılmaz şüphesiz. Fakat doğrularda tekdir. Bir şeyi beğenip,beğenmemek ayrı onun iyi ve ya kötü olması da yine farklı değerlendirmeleri içerir. Bugünlerde Recep İvedik-4 vizyona girdi. İlk hafta sonu çok iyi bir gişe başarısı sağladı, diğer seriler gibi bir rekor gelebilir. Ama Recep İvedik serilerinin yüksek gişe başarıları onları iyi film yapar mı? Bence yapmaz. Hiç bir şeyi, hiç bir konuyu bence fiyatı yada ne kadar sattığı ile ölçemeyiz. Peki Recep İvedik iyi bir film midir? Bence bu soru yanlış. Doğru soru şu olmalı: "Recep İvedik film midir?" Bence değildir, bence bir skeçtir. Belki iyi bir skeçtir, Türk halkının çoğunluğuna hitap eden bir skeçtir. Zaten günümüzde,ülkemizde artık ortalama bir algıyla yetinen çok büyük bir kitle var, bunu yakalayan madden başarılı oluyor. Aşağılamıyorum haşa ama bu kitle posta gazetesi okuyor, Elif Şafak okuyor, Recep İvedik izlemeye gidiyor. Ortalama bir sanat anlayışı, siyaset anlayışı vs vs. Ama diğer yanda da sanat filmleri var onları yalnızca brujuva kesim aydın kesim anlar da demiyorum. Böyle bir ayrıştırma yapmamakta lazım. Kapitalizm buram buram kanımıza işlerken, her şey para iken, parayı bastırıp film çekmekte inanın çok kolay. Paranız var diyelim, çok iyi  bir görüntü yönetmeni buluyorsunuz, o teknik olarak her şeyi yapıyor, sizin adınız jenerikte yönetmen olarak geçiyor,oluyor bitiyor. Zaten iyi bir yönetmen, filme müdahale edebildiği ölçüde yönetmendir. Buradan Recep İvedik filmini, Şahan'ın kardeşine çektirmesi de gayet normaldir, herkes film çekebilir fiil olarak bakarsak.

Recep İvedik, tam 865 salonda vizyona girme şansı buldu. Bu inanılmaz bir rakam. Bu hem arz-talep olarak düşünülebilir hem de ne kadar çok salonda o kadar da yüksek gişe olarak bakılabilir. Her nasıl bakarsak bakalım bir talep söz konusu, beğeni söz konusu. Kimseyi de bunu beğendiği için kötüleyemeyiz. Böyle bir talep varsa,böyle bir komediden hoşlanan insanları sinemaya çektiği, hiç sinemaya gitmeyen insanları salona çektiği için bu filmin kendi başarısıdır. Bunun dışında insanlar sadece rahatlama,gülme amacıyla da sinemaya gidebilir. Bunlara kimsenin itirazı olamaz. Nitekim bende Radyo,Sinema ve Tv mezunu olarak bunları söyleyebilme hakkına sahibim. Sinemanın da doğruları vardır. Recep İvedik, bir film değil skeçtir. Ne kadar gişe yaparsa yapsın, Türk sinema tarihinde sadece ismi gişe rakamların da geçecektir. Şahan, iyi bir tiplemedir, ama iyi bir oyuncu değildir. Kardeşi, iyi bir yönetmen değildir. Bunlarda diğer yandan ortaya konması gereken gerçeklerdir. Bunların dışında Recep İvedik ve başarısı bir sinema öğrencisinin tez konusu olabilir fakat bu dönemin yapısı içinde ele almak gerekir.

Şunu da söylemeliyim , ben bu 4 filmi de tamamen izlemedim. Sadece bir tanesine biraz baktım. Sen izlemedin madem neden eleştiriyorsun diyenlerde olabilir fakat tiplemeyi daha önceki Tv skeçlerinden iyi biliyorum. Zaten bir yemeği yerken de beğenmediysen bırakıyorsun yemiyorsun, filmde öyle illa hepsini izlemeye gerek yok bana kalırsa. Beni doyurmadı, doyuran koskoca bir kitlede söz konusu. Ne diyebilirim, Afiyet Olsun.

Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.

22 Şubat 2014 Cumartesi

Kraliçe ve Soytarılar.

Şu kısacık hayatımızda öyle güzel şeylerde yaşadığımız gibi çok zor şeylerde yaşıyoruz. Ve bazen bir şeyleri atlatabilmek ya da bunlarla beraber bir ömür yaşamak zorunda kalabiliyoruz. Kimse hasta olmasın, kimse ruhen çöküntüler yaşayıp,savaş vermese keşke ama insanın doğasında bu mümkün değil.


Hastalık psikolojisi başlı başına zor bir hadise,onu unutmak ya da onla yaşamak pek kolay bir şey olmadığı gibi güçlü insanların harcı. O kadar durumla uğraşan insanın bir de psikolojisinde bu savaşı vermesi ne kadar güçlü kalabildiğinin ispatı.

Bunun dışında değişen sevgi anlayışından bahsediyoruz sürekli, insanların nasıl çıkarcı, nasıl tatminkar olmayan, tevazusunu, anlayışını yitirmiş olduğunu gözlemliyoruz bir yandan da. Seven insan şunu yapar, bunu yapar laflarının çok uzağında maddesel bir sevgi anlayışı, sevdiğini mal gibi gören insanların oldukça çok olduğu bir dönemdeyiz.

Bütün bunlara bakacak olursak, sevgili müzisyen Ceylan Ertem'in Kayseri de yaşadıklarına şaşırmadım ama üzüldüm. Ben çok yıllardır Ceylan Ertem'i dinleyen birisi değilim aylar oldu henüz ama bunun pişmanlığını şiddetle duyuyorum, şuan şarkıları, tavrı,duruşu hep her an hayatıma eşlik eden birisi. Çünkü bu zamanda tavrı,duruşu olan, tutkuları olan böyle sanatçılar bulmak zor. Ben Ertemi yeni tanıdığımdan mesela o çokta söylemenin yersiz olduğu rahatsızlığından haberim yoktu, Kayseri durumundan sonra yazdığı yazıdan öğrenmiştim. Ama yazısında dediği gibi zaten kimseye bir şey hissettirmemişti. Sadece ben ilk Ceylan Ertem yazımda dediğim gibi ona bir Turgut Uyar şiiriyle nitelemeyi seçmiştim, "Çılgın ve Hüzünlü". Çılgınlığı malum ama bana hüzünlü gelen bir tarafı da olmuştu.

Her neyse, şunu demek istiyorum ben onu dinledikten sonra hayatıma o kadar güzel şeyler kattı ki bunu kim bilir kimlerin hayatına daha kattı, o yüzden canını sıkmasın böyle soytarılara, o İkinci yeni'nin kraliçesi. O, elinden Turgut Uyar kitaplarını düşürmeyen bir masal kahramanı ve mutlu ettiği, dokunduğu onca yürek var ve dokunacağı daha.

Bir de dün Kayseri de o olayları yapan ve o sözleri söyleyen kesim, bunların hasta ruhluluğu sadece Ceylan Ertemle ilgili değil ben böyle düşünüyorum. Bunlar normal hayatlarında da sevgilisiyle çıkar ilişkisi yaşayan, ilerde bir gün çıkarları için siyaset yapacak insanlar. Bunlar maddeyi ruhlarına sokan bir takım insanlar. Bunlar sevdiği sanatçıyı dinlemeye gelip, hastalığına inanmayan ziyanlar, gerçek değiller.

Sevgili Ceylan Ertem, sesinden,duruşundan, tavrından, mücadelenden kimseyi mahrum bırakma, iyi ki varsın...


"Kuzeyde, ince bir kar dağıtımında
Çocukların oyun oynamadığı yerlerde
Bulunmaya hazır ve
Eski çağlara ait bir parayım."

Edip C.




Erkin TURA-Tüm hakları saklıdır.

21 Şubat 2014 Cuma

Yol Arkadaşım ile 100 Bölüm.



Yol Arkadaşım yayın hayatında 100. bölümüne bu akşam yayınlanan bölümüyle ulaştı, ne mutlu bizlere. Kolay değil 100 bölüm yani 100 hafta ekranlarda kalabilmek. Şüphesiz bu yapılan işin takdir edildiğinin bir göstergesi. Ortalık gezi programından geçilmezken,"gezi-kültür" programı diye ortaya bambaşka bir tanım getirmek. Kültürleri tanıtırken, yol arkadaşlarının öykülerine de ortak olup, ekranlardan paylaşmak.

Bir insanın yol arkadaşı oluyorsanız, o insanın aynı zamanda dert ortağı da oluyorsunuz demektir. Yol Arkadaşım programının bence en büyük başarılarından biri de dert ortağı olabilmesi. Bu yönetmeninden sunucusuna yapımcısına ekibine kadar, bunu bir tavır olarak kendi hayatlarında da ortaya koymuş insanlardan oluşmalarından geliyor. Öyle olan bir ekip Yol Arkadaşım, öyle yapan bir ekip değil. Bu toprağın insanlarının dertlerini kendine dert etmiş güzel insanların hazırladığı bir program.

Yol Arkadaşım belgesel kalitesinde bir program. Bundan yıllar sonra insanlar yine keyifle bir yerlerden bulup izleyip burada da bu varmış, diyebilecekleri tarzda. Ekranlarda yayınlanan kamerayı mikrofonu kapıp, güzel bir sunucu bulup yola çıkan işlerden çok farklı, işi bilen ve sevenlerin yaptığı güzel bir iş. Hiç birininde bu tarzda yaptığı ilk iş değil üstelik.

Nitekim yozlaşmış, insanların yapılan kalitesiz işlerle aptal yerine koyulduğu Türk medyasında böyle kaliteli bir işin yapılması ve takdir görmesi beni mutlu ediyor. Umarım bir gezi-kültür programı fenomeni olarak daha uzun yıllar sürer, hepimiz bir gün yol arkadaşlığı, dert ortaklığı ederiz. Kültürel değerleri yozlaştırmak yerine onları daha yükseğe taşıyacağına inanmış her insanı bu mutlu eder.

Benim Yol Arkadaşım hikayem hayat da gerçek bir şeylerin varlığını aradığım, televizyondaki birbirine benzeyen işlerden çok sıkıldığım bir dönemde gerçekleşti. İlk zap yaparken Nilgün Esin'in sunumlarına denk gelip ne güzel bir Türkçesi var diyip en son bir programı başından sonuna izlememle bu serüvene dahil oldum. Hiç unutmuyorum 18. ya da 19.bölümdü ilk tamamını izlediğim bölüm sonra bir gün hiç uyumadan kaçırdığım ilk 18 bölümü ard arda izlemiş, hazine bulmuş kadar mutlu olmuştum. Sonra bağımlısı haline geldim, askere gittim, askerde nasıl izlerdim, akşam televizyon izlemek ne mümkün. Ama ona da bir çözüm buldum, askerde fotoğraf stüdyosundan sorumluydum orada televizyon vardı hafta sonu ya c.tesi ya da pazar oraya gitmem gerekiyordu bende cumartesi gitmeyi tercih ediyor öğlen yayınlanan tekrarını keyifle bacak bacak üstüne ata ata izliyordum :)

Tunga Film ve ekip arasında iyi bir iletişim olduğu, ekibin birbiriyle zaman geçirmekten mutlu olduğu aşikar. Böyle olmasa bu kadar gerçek bir ürün ortaya konamazdı diye düşünüyorum. Nice 100,200,300,400,500. bölümlere diyor,  daha önce kendi çektiği işlerde bu kültürün yüceltilmesine emeği geçen şimdide yapımcılığını yapan Alper Tunga Özdemir'e, sevgili yönetmeni Neşe Uğur Nohutçu'ya, sevgili özü sözü güzel sunucusu Nilgün Esin'e, Yönetmen Yardımcısı Melahat Sevilmiş'e, Yapım Sorumlusu Bekir Akkuş'a, Kameraman Koray Çetin'e , Kameraman İlhan Ortataş'a, Kurgu için Aydan Uçar'a,Set Asistanı Ahmet Sevimli'ye, Boom Operatörü Caner Durak'a, Kurgu Asistanı İbrahim Murat Zeren'e bir kez daha teşekkürler...


Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.

20 Şubat 2014 Perşembe

İzmir de gidilebilecek sahaflar:" Tepekule Kitaplığı"


İzmir deki sevdiğim sahafları tavsiye etmeye, yazmaya devam ediyorum. Tepekule Kitaplığı, Tarihi Kızlar ağası Hanının üst tarafındaki kat da bulunuyor. Hem eski kitap hem efemara hem de plak alıp satan bir yer. Sahibi Hakan Taşkıran, kendisi bu konuda bilgi birikimi sağlam birisi ve çok beyefendi bir insan. Aynı zamanda yayıncıdır, Eski İzmir ile ilgili araştırmaları yapan resimleri yayınlayan bir dergi çıkarmaktadır. Kendisinin de kitapları vardır bu konuda araştırmaları da. O yüzden sohbeti çok hoştur, her konuda bilgisi, söyleyecek sözü olan iyi bir de İzmir bilgisine sahiptir. Tepekule Kitaplığını sevme nedenlerimin başında Hakan Abi ve kaliteli sohbeti gelir diyebilirim. Aynı zamanda kendisinin ailesi de bizim gibi Selanik-Drama göçmenidir.

Tepekule kitaplığını diğerlerinden farklı kılan diğer özelliklerden biriside satılan ürünlerin çok temiz olmasına özen gösterilmesidir. Hepsi seçme ürünlerdir, kitaplardır. Hepsi özenle saklanır,korunur, sergilenir.

Ayrıca Tepekule kitaplığının tarihi bir hanın içinde yer alması da, içerisinin atmosferi, duygusu da sonuna kadar insana geçen bir mekan olmasıyla diğerlerinden farklıdır.

Tepekule kitaplığının fiyatları, ne çok düşük piyasaya göre ne de çok yüksek, fakat ürünlerin temizliğine bakacak olursak fiyat-kalite dengesi gayet uygundur.

Kızlarağası Hanına giden, yolu düşen herkesin bir uğraması gereken bir yer.


Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.




18 Şubat 2014 Salı

Okan Bayülgen mi değişti?

Okan Bayülgen son zamanlarda bir lafı tekrarlıyor sürekli. "Gerçekliğin olmadığı yerde her şey mübahtır." Acaba ne demek istiyor olabilir. Bir sözü daha bu sözle beraber yinelemek istiyorum.

“Kurumlarınıza uyuyor gibi görünmem,onlara karşı direnmemi ancak böyle sağlayabileceğime inanmamdandır.” Tezer Özlü.

Evet şimdi gelelim meseleye. Daha önceki blogumda Okan Bayülgen'in doğum gününde bir yazı yazmıştım. Onla büyüyen bir nesil olduğunu, bunun sorumluluğunun başka olduğunu, Okan Bayülgen'in çok daha başka anlamları olduğunu söylemiştim. Daha sonra gezi olayları oldu, Bayülgen tv8'den ayrılmıştı. Tv8'i kimse bilmezken yaptıklarıyla bilinirlik kazandırdı, yeni kanal kuracaktı derken sonra anlaşamadı ayrıldı, o kanal bu bilinirlikten sonra kimlere satıldı o da ortada. Ortaya bir şey koymuşken, planlamışken bunun sıkıntısını çekip sonucu olmaması bile kolay atlatılacak bir hayal kırıklığı değil.

Bunlarda yetmezmiş gibi, bu ülkede olan her şeye tepkisini koymuş, hep gençlerin yanında olmuş, Bayülgen haliyle gezi olaylarının başlangıcında yer aldı olması gerektiği gibi. Sanatçının toplumun yanında olması, muhalif olması normalken bu olaylardan sonra yıprandı, linç kampanyaları yapıldı fakat yıllardır olmadığı gibi yine onu ekranlardan uzak tutabilmek mümkün olmadı.

Ben, Okan Bayülgen seven bir insan olarak Okan'ın ekranlarda olmasından mutlu muyum, evet. Fakat bu defa da Okan Bayülgen'in hükümet yanlısı bir medya da yayın yapması yadırgandı. Ben yadırgamasam da düşünmedim de değil. Fakat şuan görüyoruz ki , hükümetin bu kadar müdahale ettiği bir kanalda alt yazılarına kadar... Okan Bayülgen hala aynı, söyleyeceğini söylüyor, duruşunu sergiliyor. Hiç bir şey onu tavrından tarzından öteye taşıyamıyor. Okan Bayülgen gibi bir adam, bir baskı yapılsa, o kanalda durur mu? Bence durmaz ve orada olmasa da işsiz kalacak değil elbet.

Bunların dışında Okan Bayülgen de bir insan. Ve artık bir baba. Bir ailesi var. İnsanın çocuğunun olması ister istemez insanı daha temkinli de yapıyor olabilir. Bu Bayülgen'in korktuğu ya da gezi olaylarında geri adım attığını göstermez ki o dönem yayın bile yapmıyordu, yapsaydı yine aynısı yapardı eminim. Her insanın insanca tasarrufları olabilir fakat bir insanı tüm bugüne kadar yaptıklarını görmezden gelerek eleştirmek kimin haddine ki. Ki siyaset de bile şuan nelerin nasıl değiştiğine şahit olduğumuz bir ülkede. Gezi olaylarında program dahi yapmaktan çekinenlerle kimse Okan Bayülgen'i karıştırmamalı.

Şimdi başta yazdığımız sözleri tekrar okuyalım, olaylara bir daha bakalım. Okan Bayülgen ile büyüyen neslin kafasında bir soru kalmayacaktır zaten hiç olmamıştır.


Erkin Tura/Tüm hakları saklıdır.

İkinci Yeninin Yeni Hatunu: "Ceylan Ertem."


İkinci yeni, Türk şiirinin en çok insana teneffüs etmiş şairlerini yetiştiren oluşum, dostluk. Nazım dan, Orhan Veli'den gelen içtenliğin sonunda Türkçe ile öpüşmesi. Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya en bilinenleri şüphesiz. Ve bu şairlerin yazdıkları şiirlere ilham olmuş bir kadın; Tomris Uyar. Herkesin kıskandığı kadın, Turgut Uyar'ın eşi, Cemal Süreya'nın sevgilisi, Edip Cansever'in karşılıksız aşkı. Hepsinin şiirinde yer almış tek kadın. Hepsinin değerlisi.



4 Temmuz 2003'te Tomris Uyar'ı kaybettikten sonra yetim kalmıştı İkinci Yeni. Bu duru güzellik, günlük konuşma dilinde yazdığı paylaşımlardan, içtenliğinden mahrum kalmıştık. Tüm bunlarla beraber Tomris Uyar, tutkulu bir kadın ve aşıktı. Bir adı vardı onun, Tomris Uyar'dı.


Tutkulu olduğu kadar naif bir kadın, tıpkı şiir gibi; yakarken güzelleştiren bir ateş: Ceylan Ertem. Bence, ikinci yeninin yeni hatunu olmayı sonuna kadar hak ediyor. Şüphesiz çok kişi de okuyordur ama Ertem deki o ruhu taşıyıp, yaşatmak bence. Tarzından,tavrına,duruşuna kadar her an bu dizeleri ve ruh halini yanında taşıyor gibi. 


Ceylan Ertem'i dinlerken ikinci yeni ye ait olan aitsizliği  hissetmek insanı özgür kılıyor. Karşında sanki Tomris Uyar, kurmuş çilingir sofrasını, Turgut Uyar'ın çok sevdiği patlıcan salatası, muhabbet ediyoruz hissi. Ertem, kendisine şiir okuyacak birisini arıyor hemde kafiyeli hem de her gece. Umarım bulur, ama müziğini dinlediğiniz kadının Nazım'a şarkı yapması, Turgut ile Edip'in satırlarına olan aşkı, bu kadar sıra dışı olup kendine şiir sevmeyi konduramayanların aksine şiir sevgisi, iyi ki varsın dedirtiyor insana...

O, "çılgın ve hüzünlü" Ceylan Ertem.


Erkin Tura-Tüm hakları saklıdır.

16 Şubat 2014 Pazar

aynı.



Bugün  o kadar çok müzik dinledim ki sabaha karşı yazma isteği uyandırdı. Bazen çok çok düşünüyorum, fazla fazla, gereksiz belkide bu kadarı. Genel konuşmak, ne kadar da yanlış mesela. Her şey ve herkes farklı sonuçta, her olayda farklı oluyor haliyle. Bu yüzden insanların aynı adamı, aynı kadını, aynı sevgiyi konuşur gibi yargılar da bulunması ne kadar saçma,yersiz.

Her şeyin farklı olduğu, bir dünya ve yaratılışta, aynı olmayı başarmak büyük aptallık olsa gerek.

Her şeyin mutlaka bir farklısı oluyor, bazen insan "ayrılık" diyemiyor sadece mesela, ayrılıktan farklı şeyler yaşayan adama,kadına zorla ayrıldık dedirtiyorlar. Diyor o da ne yapsın.

Herkesin yaşadığı şeye, "sevgi" diyorlar bu mümkün mü? Bence hayır olmaması gerek, bazı insanların yaşadığı sevgiyse, bizim yaşadığımız ne. Hayatını böyle aptalca genellemelerle sürdürüyor insan.

Olmuyor işte, bazı şeyler, bazı olaylar, bazı durumlar o genellemelere uymuyor. Uymasını da bekleyemeyiz.

Genellemeleri ve birbirine benzeyen insanları hiç sevmiyorum.

Ben ayrılmıyorum da, sevmiyorum da, genellemeler iniz sizin olsun, siz demek bile bir genelleme, genelleme demek bile bir genelleme, genellemek, insanı tek tipleştirir, aptallaştırır, herkes, her durum ve olay biriciktir.

Her şeyden önemlisi sevgilinizi,arkadaşınızı,dostunuzu genellemeyin;
birbirinin aynısı gibi gözüken şeyler arasında bile farklar vardır,
farklı olan şeylerin peşinden gidin,sevin,
aynısı olan ve kalanlar yok olmaya mahkumdurlar, farkına bile varmadan hemde.
İnsanlara farklı olduklarını hissettirin,
son bir şey, genellemeyin...


Erkin Tura/Tüm hakları saklıdır.

14 Şubat 2014 Cuma

Onlar Kutlasın,siz sevin...


Sevgililer günü, üzerine gereksiz konuşup, tartışıyoruz biraz sanki. Ne bugün dinimizde yok kutlamayın diye fetvalar vermeye gerek var ne de çok fazla önemsemeye. Sevgiline ya da herhangi bir sevdiğine bir şey hediye etmek, almak çok güzel bir his. Bunu istediğiniz an ve gün yapın derim bol bol. Ülkede sevgililer günü bile tartışılıyor o kadar tartışılacak şey varken, giderek sevgisiz, nefret söylemleri hakim bir toplum olmaya doğru sürüklenirken. Bırakın isteyen istediğine istediğini gün istediği şeyi alsın,yapsın, kutlasın.

Bence sevgiliden daha önemli olan sevgidir şüphesiz. Sevgidir ihtiyacımız olan hemde her an her saniye. Sevgisiz bir insan hastadır, eksiktir, tamamlanmamıştır. Sevgili olma hali eğer mesnevi bir anlam almıyorsa ne yazık ki günümüzde geçicidir, aynı günü gibi. O yüzdendir ki kalıcı olan sevgidir, en hayırlısı da bir ömür tek bir sevgi ve sevgiliyle geçen hayattır.

"Neyi arıyorsan sen o'sun" diyor Mevlana, ne güzel bir kelam ve izah, aradığın ile bulduğunuz bir olsun,

ve "Bir insanı sevmekle başlar her şey ", diyor meşhur öyküsünde Sait Faik, ve devamında ekliyor bir insanı sevmekle de biter, sizin ki başlayanlardan olsun,

Nietzsche sevgilisi Salome'ye yazdığı mektupta, "Denizleri seviyorsan , dalgaları da seveceksin , Sevilmek
istiyorsan , önce sevmeyi bileceksin...Öyle bir aşk yaşadım ki Tutkuyu da gördüm , pes etmeyi de.
" demişti pes etmeyin siz.

Franz Kafka,sevgilisi  Milena'ya yazdığı mektupta  '"Beni sana getirecek bir yol bulmuştum" diyordu, hep bir yol bulun sevginize gidecek,

Ve Nazım karısına yazdığı mektupta, yaşarsın karıcım diyordu ben ölsem, yirminci asırlarda en fazla bir yıl sürer ölüm acısı... Seven insan ölmez de sevin o yüzden, sevdiğiniz için yaşayın, zamana meydan okuyun.


Turgut Uyar, "bağışlayalım birbirimizi" dedi, Ahmet Telli ekledi, "Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. "
Birbirinizi bağışlayın, biad edin...

Onlar Kutlasın,siz sevin...

Erkin Tura. Tüm hakları saklıdır.

13 Şubat 2014 Perşembe

İzmir de gidilebilecek sahaflar: "Fersuden Sahhaf".

Sahaflar ve İzmir konusunu uzunca süredir yazmak istiyordum bugüne kısmetmiş. İstanbul kadar olmasa da meraklı bir insan için İzmir de hatırı sayılır sayıda sahaf var. Ya da sahaf görünümlü kitap evleri var çoğu yerde olduğu gibi. Benimde hayallerimden biri, bir gün ufak bir sahaf açmak şimdi düşünüyorum açtığımda kiraydı,oydu buydu ister istemez düşünüyorsun, bunlara dalıp heyecanımı kaybeder miyim, amacımdan sapıp ticaret odaklı bir sahaf mı olurum diye korkuyorum çünkü bu dönemde kalan sahafların çoğu bu kaygılardan dolayı sahaf olmaktan uzak. Eski sahaflarda sohbet çok önemliydi amaç herkesin kitap almasını sağlamak, uygun fiyatlarda kitap satan insanlardı. Bende bu yazı dizisini yazarken İzmir'deki en sevdiğim sahafları tanıtırken sohbet ve kitap fiyatlarının uygunluğunu öncelikle baz alacağım.

İlk bahsetmek istediğim sahaf, Fersuden Sahhaf. Fersuden, dışarıdan bakıldığında ufacık görünen ama içinde çoğu sahaftan çok kitap bulunan bir yer. Çoğu sahafın bizzat gelip buradan kitap aldığını, çoğu akademisyen, koleksiyoncunun bu bulmak pekte kolay olmayan mütevazi sahafa gelip kitap aldığını bizzat gördüm,biliyorum. Çok farklı tarzda kitabı bulabileceğiniz bu şirin sahaf, herkese hitap edecek, büyüleyecek hat da masalsı bir ortam sunacak tarzda bir sahaf. Beni oraya gitmek çok mutlu ediyor en azından.

Ben Fersuden ile tesadüfen oradan geçmem gerektiğinde tanışmıştım çünkü yeri pekte oradan geçilirken görülecek bir yer bile değil. İzmir'in en eski mahallelerinden olan agora mahallesinde ve agora harabelerinin hemen arkasından mezarlıkbaşına inen o dar sokakta. İzmir'de yaşayan bir insanın bile pek bileceği, bulabileceği bir yer değil. Ama dedim ya Fersuden, masalsı bir yer, böyle kolay bulunmaması bence çok güzel. Bir emek verip oraya gitmeye inanın değiyor. Bugünlerde tabela astı Fersuden, daha önce bir tabelası bile yoktu, ama merak eden geliyordu yine, geleni gideni çok oluyor. Dedim ya oraya gittiğine değiyor bunun başlıca nedenlerinden biri, Fersuden'in sahibi Murat Abi.

Murat Abiyi ilk gördüğünüzde, takkeli , uzun sakallı biri olduğu için ön yargılı olabilir, buranın sadece dini kitaplar sattığını düşünebilirsiniz. Ama çok eski dini kitaplar bolca olsa da hiç öyle değil. Her tür kitap var hemde sürekli yenileri geliyor, Murat Abi kitap aşığı bir insan, sürekli yeni kitaplar alıyor, depolar dolusu kitabı olsa bu işi severek yapıyor. Onun için Fersuden diğer sahafların bile kitap almaya geldiği bir yer. Murat Abi dünya iyisi bir insan, kitap tutkusu, sohbeti, muhabbeti güzel bir abimiz çokta konukseverdir. Fersuden i diğerlerinden farklı kılan şeylerinde başında bunlar geliyor. Kimi zaman birlikte bir şeyler taşırız yardımcı oluruz Murat Abiye kimi zaman eski osmanlıca sinema el ilanlarını bana gösterir, sevdiğimi bildiği kitaplar geldiğinde onlardan konuşuruz. Hep dükkandan ayrılırken hakkını helal et der mutlaka Murat Abi, gideriz ama aklımız bir çok kitapta kalır.

Fersuden Sahafı ve Agora Mahallesini seviyorum, eskimişliği bana sonuna kadar hissettiriyor. Murat Abi de farklı bir insan çok naif,bilgili, osmanlıca arapça bilir, mütevazi, sohbeti hoş bir insan. Kitaplar ise her telden insanı, kitapseveri mutlu edecek cinsten. Fersuden i gerçek bir sahaf havası tenefüs etmek isteyen herkese şiddetle tavsiye ediyorum.

Son olarak Fersuden de, kitap fiyatları uygundur, eskiden daha uygundu şimdi biraz daha normalleşti ama Murat Abi elinden geleni yapar size verebileceği fiyat dan verir. Bu güzel sahaf hep İzmir de bizle olsun diye daha çok gidelim oraya...

Not: ("Sahaf" yanlış olmasa da aslı arapça olan "Sahhaf" kelimesidir, yazıda yer yer ikisini de kullandım)
Erkin Tura- Tüm hakları saklıdır.

10 Şubat 2014 Pazartesi

Özgür Yalnızlıklar.


"Kırdım diyorsun zincirlerini;
Evet, köpek de çeker koparır zincirini,
Kaçar o da, ama halkaları boynunda taşıyarak.." Ne güzel söylüyor Persius.
Montaigne denemelerinde şöyle devam ediyor konuya,
Zincirlerimizi götürürüz kendimizle birlikte; tam bir özgürlük
değildir kavuştuğumuz; döner döner bakarız bırakıp gittiğimize;
onunla dolu kalır düşlerimiz. Montaigne yıllarca herkesten yalnız yaşadığı malikanesinde acaba kaç defa
dönüp dönüp bakmıştır bırakıp gittiklerine
ki bu kadar birebir anlatır bu durumu kim bilir.

ÖZGÜRLÜK, 21. yüzyıl insanının en elzem tutkusu. Uğruna nelerden vazgeçiyor insan tamamen özgür olabilmek,kalabilmek için. Tamamen özgür olabilir mi insan, bu mümkün mü? Özgürlük uçurumunda kaybolanlar da olmuştur elbet, o uçurumun rüzgarıyla hayat da kalanlarda. Şüphesiz tatlıdır özgürlük, uğruna nelerden vazgeçmez ki insan, kimse özgürlüğün verdiği hazzı veremez belki de. Özgürlüğüm mü, ben mi? derseniz bir kadına ya da adama muhtemelen özgürlüğünü seçecektir de. Alışkanlıkta yapar özgürlük, daha çok istersin her defasında, daha daha. Ben kendime yeterim dersin, tek başıma da mutluyum...İşte orada özgürlüğün biter aslında yalnızlığın başlar, Montaigne gibi, döner döner bakarsın bırakıp gittiğine, onunla kalır düşlerin, özgürsündür ama o kadar da yalnız...

Erkin TURA. Tüm hakları saklıdır.

3 Şubat 2014 Pazartesi

Vicdan Meselesi.

   "Kötülük kendisine işkenceler uydurur" diyor Montaigne Denemelerinde ve örnekliyor. Malum consilium consultori pessimum (Bir atasözü)Kötülüğün beterini kötülük eden görür."  Nasıl ki arı başkasını sokunca kendisine daha fazla zarar verir çünkü iğnesi ve gücü elden gider. Vitasque in wlnere ponunt (Virgilius)  "Açtıkları yarada canlarını bırakırlar. "

   "Kuduz böceklerinde, doğanın bir çelişkisi olarak, kendi zehirlerinin panzehri de bulunur. Onun gibi insan kötülükten tat alırken vicdanında tam tersi bir acılık oluşur ve uyurken uyanıkken, türlü üzücü kuruntularla azap çektirir bize."  Montaigne bu eşsiz benzetmesinde yine içimize işleyen bir tespite vesile oluyor. Kuduz böcekleri de insanlar gibi zehrini ve panzehrini içinde barındırıyor diyebiliriz. Bu bünyede oluşan çıkmaza da vicdan dersek herhalde çok yanlış olmaz. Bir yanda yapmak istedikleri, arzularıyla ve tüm yamaları açmaz,çıkmaz ve zaafları ile insan diğer yanda toplum, kurallar ve en önemlisi vicdan. Vicdan önemli olduğu kadar yokluğunu da yine sadece insanın hissedebileceği bir olgu. Diyebiliriz ki bir nebze ütopik. Lafta var ama kuduz böceklerinde olduğu kadar ne var ki bazı insanlarda yok. Bu bakımdan kötülük olgusuyla da benzetebiliriz birbirlerine. Aslında doğuştan olan şeyler değiller fakat zamanla her insanda farklı olan kavramlar diye tanımlamak mümkün. Vicdan ve Kötülük; yapmak istedikleriyle, zaaflarıyla insan... Büyük bir kargaşa yaşayan insan, tıpkı kuduz  böcekleri gibi. Bir yanda zehir; arzular,zaaflar; diğer yanda panzehir; vicdan. Belki tek ve önemli fark şu! Her kuduz böceğinde zehir ve panzehir varken, her insan da vicdanın varlığından söz etmek zor. İnsanlar öyle bir dönemdeler ki, öyle çok tüketmek harcamak mübah yerine koymak o kadar kolayken, insanın o kadar çok bahanesi varken vicdanlı olmakta o kadar zorlaşıyor. Kolaya tamah etmenin bu kadar normalleştiği bir ortamda, insan hep kolayı tercih etmeyi yeğliyor. Bu defa kavramlar anlamsızlaşıyor, vicdan aranmazken vicdanlı olmak aptallık olarak görülmeye başlanıyor ve kişi kendi felaketini hazırlıyor. Kendi panzehri olan vicdanı tüketmeye başlıyor insan. Aslında dillerde dolaşan insanın tüketme çılgınlığının, vicdanını, panzehrini tüketmesinden başka bir şey değil. Peki bu felakete son vermek nasıl mümkün olabilir? Panzehrini yavaş yavaş tüketen insanın sonu, bugün ki duyarsız,alışmış herkesleşen insan mı?


Bu kadar bozuk bir düzen ve zamanda, toplumsal adaletin bile sağlanamadığı bir evrede insanın kendi adaletini sağlaması da kolay gözükmemekle birlikte yine insanın kendi maneviyatına kalıyor sanırım. İnsan olabilmenin gereği yine bu sınavdan geçmekle baş başa kalan insana düşüyor. Ek bilgi olarak fas'ta bu kuduz böceklerinin yemeklerde kullanıldığını söylemek isterim, ama bu o kadar hassas bir denge ki, hangi dozda kullanılacağı önemli, gramlık yanılgılar ölümle sonuçlanabiliyor. Ama insan, arzuları bu tattan mahrum kalmak istemeyecektir.



İnsan ve vicdan meselesini aşmak dedik ya o kişinin maneviyatına,kendisine kalmışsa bunu başaran gönüllerin eriştiği mertebe ve huzurda çok büyük oluyor. Yaşamımız boyunca hak etmediğimiz şeylerle, durumlarla karşılaşabiliyoruz, vicdanımızla verdiğimiz kararlar karşısında, vicdanımızı açtığımız insanların vicdansızlıklarına maruz kalabiliyoruz. Bize düşen Yunus'un alçak gönüllüğü ve sabrıyla, tekamülü ile sineye çekip, "Ballar balını buldum kovanım yağma olsun..." demek kalıyor.




Erkin TURA- Tüm hakları saklıdır.